Mars Gezegeni – Mars’ta Yaşam ve Suyun Varlığı

Mars, parlaklığıyla, kırmızımsı ışığıyla diğer gezegenlerden kolayca ayırt edilebilen, gözlem tarihinde önemli bir yeri olan gezegendir. Kan rengini andıran kırmızı ışığı sayesinde, Antik Roma toplumu için Mars, kan ve savaşın bir sembolüydü. Bu sembol ise Yunan mitolojisindeki savaş tanrısı Aries’in karşılığıdır. Böylece bu toplumlar Mars’ı bir savaş tanrısı olarak sembolleştirmişlerdi.

Binlerce yıl boyunca dünyanın farklı yerlerinde yaşayan toplumlar tarafından sürekli gözlendiği bilinen Mars’ın bu nedenle ilk kim tarafından keşfedildiği muammadır. Tıpkı Merkür ve Venüs gibi Mars da çıplak gözle kolay bir şekilde görülebildiğinden, tarihte gözlemciler bu gezegeni çok önceden fark etmiş olmalıydı.

Mars’a ilişkin yapılan en erken gözlem kayıtlarına M.Ö 2.yüzyılda Mısırlı astronomlarda rastlıyoruz. Fakat daha da eski bir tarihte, M.Ö 1045 yılında Çinliler tarafından Mars’ın yörünge hareketlerine yönelik gözlem kayıtları da tarihte mevcuttur.

Gezegenin gelecekteki konumunu tahmin etmek üzere matematiksel yöntemler geliştirmiş olan Babiller de Mars’ı detaylı bir biçimde gözlemlemişlerdi. Öte yandan Antik Yunanlar, Mars’ın ve diğer gezegenlerin hareketlerini açıklamak üzere Dünya’nın evrenin merkezinde olduğu bir model geliştirmişti.

Örneğin, M.S 1.yüzyılda yaşamış ünlü astronom ve coğrafyacı Batlamyus, Mars’ın “normal olmayan” yörünge hareketi problemini çözmeye çalışmıştır. Normal olmayan yörüngeden kasıt, Mars’ın oldukça eliptik bir yörüngeye sahip olmasıydı. Yani Güneş’e olan mesafesi yıl boyunca azalmakta ya da artmaktaydı. O dönemdeki genel inanış ise, gezegenlerin kusursuz dairesel yörüngelerde döndüğü şeklindeydi. Bu da demek oluyordu ki gezegenler ne olursa olsun sabit bir hızda ve yörüngesinde hiçbir şekilde sapmadan ilerlemeliydi. Bir diğer ifadeyle gezegenlerin yörüngeleri dairesel olmalıydı.

Ancak o dönemde Mars’ın ve haliyle diğer gezegenlerin eliptik yörüngelere sahip olduğu bilinmiyordu. Mars açısından bu eliptik yörüngenin iki sonucu vardır: Mars’ın, Güneş’e olan mesafenin değişimine bağlı olarak yörüngesinde hızlanması ya da yavaşlaması; bir de dairesel bir yörüngeden saptığının gözlemlenmesi. Bu iki durumun Batlamyus’da dahil diğer astronomların kafalarını bir hayli karıştırdığını söyleyebiliriz. Batlamyus’un Mars’ın yörünge problemini çözmek için geliştirdiği yöntemleri Dünya Merkezli Evren Modeli isimli yazımızda dilerseniz daha detaylı olarak okuyabilirsiniz.

Görsel: Dünya ve Mars’ın yörüngeleri.

1543 yılına geldiğimizde ise Nicolaus Copernicus, Güneş’in evrenin merkezinde olduğunu söyleyen Güneş Merkezli Evren Modeli’ni ortaya attı. Evrene yönelik Güneş merkezli bu yaklaşım Dünya’yı, Venüs ve Mars’ın yörüngeleri arasında bir yere yerleştiriyordu. Böylece Mars, Jüpiter ve Satürn’ün gökyüzünde neden her zaman Güneş’in tam karşıt yönünde görüldüğü sorusunu da oldukça başarılı biçimde açıklamaktaydı. Çünkü bu gezegenler “dış gezegenlerdi” ve Dünya’ya kıyasla Güneş’ten daha uzaktaydılar.

Fakat ortada bir sorun vardı. Mars, dairesel yörüngeye sahip bir gezegenin sergilemesi gereken yörünge hareketlerinden birtakım sapmalar gösteriyordu. Bunu sorunu çözecek olan kişi ise 16.yüzyılın belki de en büyük matematikçisi Johannes Kepler‘di. Yıllarca Copernicus’un dairesel yörüngeler görüşüne inanan Kepler, Tycho Brahe’nin tuttuğu Mars gözlem kayıtlarına bakarak dairesel yörüngelerin bu gözlemleri açıklamakta yetersiz ve yanlış olduğunu fark etmişti. Mars, dairesel değil de sanki elips bir yörüngede dönüyormuşçasına hareket ediyordu.

Bunun üzerine ünlü Kepler Yasaları‘nı formüle ederek gezegenlerin hepsinin elips yörüngelerde dolandığını açıklayan ünlü gezegen kanunlarını yayınlamıştı. Mars’ın o zamanlar bilinen diğer gezegenlere göre daha eliptik bir yörüngeye sahip olması, Kepler’in gezegenlerin elips yörüngelerde döndüğü gerçeğini keşfetmesini kolaylaştırmıştır.

17.yüzyılın başında teleskobun icat edilmesiyle astronomide adeta bir devrim yaşandığını söyleyebiliriz. Gökleri yeryüzüne indiren teleskop, bu yönüyle insanın evreni anlama arayışında en kritik, önemli araçlardan birisi olmuştu. Her ne kadar teleskop ilk olarak evreni gözlemleme amacıyla icat edilmemiş olsa da bu uğurda teleskobu kullanan ilk kişi Galileo Galilei‘dir. 1610 yılında Mars’ın dış görünüşünü teleskopla gözlemleyen ilk insan Galileo olmuştur. Ancak Galileo’nun kendi yaptığı teleskop henüz ilkel bir tasarım olduğundan Mars’ın yüzeyini net olarak görememişse de sonraki yıllarda daha gelişmiş teleskoplarla, astronomlar Mars’ın yüzey özelliklerinin birkaçını gözlemlemeyi başarmış ve gezegenin dönüş ekseni ile eksen eğimi de belirlenebilmiştir.

Mars yüzeyi
Görsel: Mars’ın yüzeyinde olduğu varsayılan kanallar. İnsanlar 20.yüzyılın başlarına kadar Mars’ın yaşanabilir bir gezegen olduğuna ve orada birtakım akıllı varlıkların yaşadığına inanıyorlardı. Çünkü teleskop gözlemleri sonucunda Mars’ın yüzeyinde “kanal” benzeri birtakım yapıların olduğu görülüyordu. Halbuki bu görüntülere yol açan şey gerçekte teleskoptan kaynaklanan görüntü kusurlarıydı.

Mars’ta yaşamın olabileceği düşüncesi, insanların çok uzun zamandır sahip olduğu bir görüştür. 1870’li yıllarda yapılan “keşif” neticesinde, Mars’ın yüzeyinde su olduğu bulunmuştu. Bu buluş üzerine Mars’ta hayat olduğu fikri sadece astronomlar arasında değil, bütün halk tarafından da dile getirilmeye başlamıştı.

Plüton’un keşfinde de çok önemli bir rol oynamış olan ünlü astronom Percival Lowell, yaptığı gözlemler sonucu Mars’ta su kanallarının oluşturduğu birtakım yapılar gördüğünü iddia ediyordu. Ancak bunun sadece optik bir yanılsama olduğu sonradan ortaya çıkacaktır. O tarihten bu yana gezegen hakkında birçok şaşırtıcı ve belki de aynı zamanda hayal kırıklığına uğratan detaylar ortaya çıkmaya devam etmiştir. Tarih boyunca Mars’ın, Güneş Sistemi’nde Dünya’dan sonra belki de en yaşanabilir gezegen olduğu inancının, özellikle son yüzyılda gelişmiş Mars gözlemleri ve gezegene yapılan insansız robot araçlarıyla ziyaretler sonucu bir sanrı olduğu ortaya çıkmış oldu.

Mars’ın Özellikleri

Mars, Dünya’dan ortalama 227.9 milyon kilometre uzaklıkta, Güneş etrafında dönen bir gezegendir. Güneş ışınlarının Mars’a ulaşması yaklaşık 13 dakika sürer. Gezegenin çapı ise 6.779 kilometre olup, Dünya’nın çapının yarısından biraz daha büyüktür.

Mars’ın büyüklüğünü bir örnekle ifade edecek olursak çapı, hemen hemen Afrika kıtasının genişliği kadardır. Kızıl gezegenin kütlesi ise 6.42 x 10^23(10 üzeri 23) kilograma denk gelmektedir. Bu değer, Dünya’nın kütlesinin 10 katından daha azdır. Mars’ın bütün yüzeyinin toplam alanı 144.800.000 kilometrekare olup, ancak neredeyse Dünya’nın bütün kıtalarının toplam yüzölçümüne(148.940.000 kilometrekare) eşittir.

Mars ve Dünya
Görsel : Mars ve Dünya’nın büyüklüklerinin bir kıyaslaması.

Mars’ın Yörünge ve Eksen Dönüşü

Mars’ın kendi ekseni etrafındaki bir tam dönüşünü tamamlaması için 24.6 saat geçmektedir. Bu nedenle 1 Mars günü yaklaşık 24 saat olup hemen hemen Dünya günü ile aynıyken, Güneş etrafındaki yörüngesini ise yaklaşık 669.6 günde tamamlar. Bir diğer ifadeyle 1 Mars yılı 2 Dünya yılından biraz az sürmektedir diyebiliriz.

Kepler’in “gezegenler elips yörüngelerde döner” keşfini yapmasını sağlayan unsurun, Mars’ın bir hayli eliptik bir yörüngeye sahip olması olduğunu belirtmiştik. Yaklaşık 0.09 oranındaki dış merkezli yörüngesiyle Mars, Güneş Sistemi’nde Merkür’den sonra en eliptik yörüngeye sahip gezegen unvanını elinde bulundurmaktadır.

Eksen Eğikliği

Mars’ın, yörünge düzlemine göre 25.2 derecelik bir eksen eğikliği vardır. Kıyaslama açısından Dünya’nın eksen eğikliği 23.4 derece olup iki değer arasında çok bir fark bulunmamaktadır. Ancak mevsimler konusuna geldiğimiz zaman Mars’ta mevsimler daha uzun sürer. Çünkü Güneş etrafındaki bir tam turunu tamamlaması için geçen süre Dünya’ya göre daha fazladır. Ayrıca Mars’ın oldukça eliptik yörüngesi nedeniyle mevsimlerin uzunluğu da farklılık göstermektedir.

Mars’ın Yapısı

Mars’ın, çapı 1500 ila 2100 kilometre arasında olduğu düşünülen yoğun bir çekirdeği olduğu sanılıyor. Ağırlıklı olarak demir ve nikelden oluşan bu çekirdeğin %16-17 kadarı da sülfürden oluşmaktadır.

Çekirdeği ise birçok tektonik levha ve volkanik özellikleri oluşturan silikat bir manto çevrelemektedir. Bu levha ve volkanik hareketlerin Mars’ta şuan aktif olmadığı biliniyor. Mantonun üstünde de yaklaşık 50-125 kilometre arasında bir kalınlığa sahip olan kabuk bulunmaktadır. Mars’ın mantosunda en bol silikon elementi bulunmakla birlikte demir, magnezyum, alüminyum, kalsiyum ve potasyum gibi diğer elementlerde mevcuttur. Mars’ın ortalama 85 kilometrelik yer kabuğu kalınlığına karşın, Dünya’nın yer kabuğu ortalama 40 kilometre kalınlıktadır.

Görsel: Mars’ın kendi boyutuna oranla oldukça büyük bir çekirdeği vardır.

Manyetosfer ve Atmosferi

Yaklaşık 4 milyar yıl önce Mars’ın manyetosferini kaybettiği tahmin ediliyor. Bunun olası bir nedeni, gezegene sayısız asteroidin çarpması olduğu ve doğrudan Mars iyonosferiyle etkileşime giren Güneş rüzgarlarının, üst katmanlarda bulunan atomların uzaya kaçmasını sağlayarak atmosferin yoğunluğunu düşürmesi olarak veriliyor.

Mars’ın atmosferi %96 oranında karbondioksitten, %1.93 argondan, %1.89 nitrojenden oluşur. Mars’ta oksijen ise neredeyse yoktur. Bu yönüyle oksijene ihtiyaç duyan canlıların Mars atmosferinde yaşamasının pek de olası olmadığını söyleyebiliriz.

Mars’ta Sıcaklık ve İklim

Eğer Mars, Dünya’nınkine benzer bir yörüngeye sahip olsaydı, mevsimler de Dünya’daki mevsimlere benzer olurdu. Çünkü Mars’ın eksen eğikliğinin Dünya’nın eksen eğikliği ile neredeyse aynı olduğunu yukarıda belirtmiştik. Ancak belirttiğimiz bir diğer husus ise Mars’ın yörüngesinin çok dışmerkezli(eliptik) oluşu ve buna bağlı olarak da yaşanan mevsimlerin uzunluğunun değişmesiydi. Örneğin gezegenin kuzey yarımküresinde “ilkbahar mevsimi”(güney yarımkürede sonbahar), 194 gün ile en uzun süren mevsim olarak bilinir. Kuzey yarımkürede “Sonbahar mevsimi” ise en kısa mevsim olup 142 gün sürer. “Kış” mevsimi ise 154 gün olarak yaşanırken “yaz” mevsimi yaklaşık 178 gündür. Tabi Mars’ta yaşanan mevsim sıcaklıklarının, Dünya’ya göre oldukça düşük olduğunu söyleyelim.

Mars’ta yıl boyu ortalama sıcaklık yaklaşık -80 derecedir. Kışın kutuplara yakın bölgelerde sıcaklık ise -195 dereceye kadar düşmektedir. Kimilerine göre Mars, tıpkı Dünya’nın bulunduğu bölge gibi, bir yıldızın çevresindeki yaşanabilir bölgenin sınırları içinde gösterilse de bu sıcaklık değerlerine bakılarak, gezegenin yaşanabilir bölgenin sınırlarında olduğu ifade edilebilir.

Hızları saatte 160 kilometreye varan toz fırtınalarıyla Mars, Güneş Sistemi’ndeki en büyük toz fırtınalarına sahip gezegendir. Bu fırtınalar küçük bir alanda etkili olabildiği gibi gezegenin tamamını kaplayan devasa toz fırtınalarına da dönüşebilir. Ortaya çıkış sebepleri ise Mars’ın Güneş’e en yakın konumda olduğu durumlarda gezegenin sıcaklığının önemli ölçüde artmasıyla gerçekleşir.

Mars Yüzeyi

Mars’ın yüzey topografyası bir yönden zıtlık barındırmaktadır. Kuzey yarımkürede genellikle lav akıntılarının oluşturduğu düzlükler bulunurken güneyde, meteor vs. çarpması sonucu oluşan çukurlu ve kraterli bir yapı hakimdir. Mars, uzaydan gelen çok sayıda gök cisminin çarpması sonucu birçok kratere sahip yaralı bir gezegendir diyebiliriz. Yüzeyinde 5 kilometre ve daha büyük olduğu ölçülen toplam 43.000 kraterin varlığı tespit edilmiştir.

Bunların yanı sıra Güneş Sistemi’ndeki en yüksek dağa sahip olan gezegenin Mars olduğu karşımıza çıkıyor. Olympus Dağı olarak bilinen bu yapı aslen sönmüş bir volkandır. Yüksekliği ise Everest Tepesi’nin yaklaşık 3 katı olarak ölçülmüştür.

Sık sık “kızıl gezegen” olarak ifade edilse de aslında Mars’ın sahip olduğu birçok renk vardır. Yüzeyde kahverengi, altın sarısı ve bronz gibi renkler bulunmaktadır. Bu renkler gezegenin tamamını kapsar çünkü Mars’ın yüzeyi neredeyse tamamen çölleşmiş bir yapıdadır.

Mars’ta Su Var Mı ?

Ancak gezegenin geçmişte su barındırdığına yönelik bir çok kanıt bulunmaktadır. Antik ırmak vadi kalıntıları, deltalar ve göl yataklarının yanı sıra kaya ve minerallerin yüzeydeki varlığı, sadece sıvı suyun varlığıyla açıklanabilen yapılardır. Örneğin aşağıdaki görselde “hematit yapıları” isimli oluşumların varlığı, bir zamanlar gezegenin yüzeyinde sıvı suyun aktığının güçlü kanıtlarından birisidir. Bu yapının bulunduğu yer 700 kilometrelik derinliğiyle Ma’adim Vadisi olup, çok uzun zaman önce akan sular tarafından oyulduğu düşünülmektedir.

Marsın yüzeyi

Mars’ın düşük atmosfer basıncına sahip olması nedeniyle günümüzde gezegenin yüzeyinde sıvı halde su bulunmamaktadır. Ancak Mars’ın kutup bölgelerindeki su buzulları eğer erimiş olsaydı, tahminlere göre bütün gezegenin yüzeyini 11 metrelik sularla kaplardı. Mars yüzeyinde iki tane kalıcı kutup buzu kütlesi bulunmaktadır. Kış aylarında kutupların devamlı Güneş ışığından yoksun olması nedeniyle, atmosferdeki karbondioksitin kuru buz kalıpları olarak yüzeyde donması gerçekleşir. Kutup buzlarının geriye kalan %70’i ise su buzundan oluşur.

Mars Uyduları

Mars, şu ana kadar tespit edilen 2 uyduya sahiptir. Uyduların ismi ise savaş tanrısı Mars’ın savaş arabalarını çekmekle yükümlü atları Phobos ve Deimos’tan gelmektedir. Fakat bu uydular oldukça küçüktür. Phobos yaklaşık 25 kilometrelik bir çapa sahipken Deimos sadece 15 kilometre çapındadır. Bu bakımdan onların, yakındaki asteroid kuşağından Mars’ın kütleçekimiyle yakalanmış asteroidler olabileceği ihtimali astronomlar arasında güçlü bir şekilde taraftar bulmaktadır.

Phobos uydusunun Mars’a uzaklığı sadece 6000 kilometre olup gezegenin çevresinde o kadar hızlı dönmektedir ki yörünge hızı Mars’ın kendi ekseni etrafındaki dönüşünden daha hızlıdır. Bir diğer husus ise Mars’tan kaynaklanan gelgit etkilerinin, Phobos’u yavaş yavaş kendisine yaklaştırarak yörüngesini değiştirdiği gerçeğidir. Bu şekilde birkaç milyon yıl içinde Phobos’un Mars’a düşeceğine inanılıyor.

Mars’ta Yaşam Mümkün Mü?

Günümüzde Mars, bildiğimiz anlamıyla hayata elverişli bir gezegenmiş gibi gözükmüyor. Tamamen sıvı sudan yoksun, -200 dereceye varan sıcaklığıyla aşırı soğuk bir gezegen. Ayrıca ince atmosferi uzaydan gelen ultraviyole radyasyonun yüzeye girmesini engelleyememektedir. Ultraviyole ışınları ise gezegenin yüzeyindeki herhangi bir canlının yaşayabilmesine izin vermeyecek kadar zararlı radyasyonlardır.

Fakat Dünya ile yaşıt sayılan Mars, geçmiş bir zamanda yaşama daha elverişli bir gezegen olabilirdi. Gezegenin yüzeyindeki su kanalları ve kurumuş göl yatakları suyun bir zamanlar orada aktığına işaret ediyor. Astronomların dediğine göre de ayrıca çok eski zamanlarda Mars atmosferinin, sera gazı yaratacak kadar karbondioksit zengini olduğu ihtimali vardır. Karbondioksit, uzaydan gelen Güneş ışığını atmosferde muhafaza ederek gezegenin ısınmasına sebep olur ve canlılık için ideal sıcaklık ortamının oluşmasına zemin hazırlardı.

Diğer bir ifadeyle eski zamanlarda Mars, tıpkı Dünya benzeri özelliklere sahipti. Eğer Mars milyarlarca yıl boyunca Dünya gibi ılık ve suya sahip bir gezegen olarak kalsaydı belki de yaşamın orada başlaması da kaçınılmaz olacaktı. 7 Haziran 2018 yılında NASA, insansız robot aracı Curiosity sondasının, üç milyar yıl yaşında olan tortul kayaçlar içinde organik bileşenler bulunduğunu keşfettiğini duyurdu. Bu keşif de yaşamın temel yapı taşlarının bazılarının Mars’ta mevcut olduğuna işaret ediyor.

Mars yüzeyindeki koşullar git gide kötüleşmeye başladıkça, eğer varsa yaşamın o dönemlerde son bulmuş olması muhtemeldir. Eğer bir zamanlar gezegenin yüzeyinde canlılar yaşadıysa geriye fosil kalıntıları da kalmış olmalıdır. Hatta Mars’ın yüzeyinin altında bile yaşamın var olmuş olabileceği olasılığı mevcuttur. Bu olasılığın dile getirilmesinin belki de en büyük sebebi, Dünya’nın yüzeyinin altında yaşayan, basınç ve soğuğa dayanıklı bazı mikropların varlığıdır.

Sonuç olarak Mars, bir zamanlar tıpkı Dünya gibi yaşama elverişli bir gezegendi belki de. Fakat gerek gezegenin kendi yapısı, gerek uzaydaki konumu gibi sebeplerden dolayı canlılık bir şekilde orada son bulmuş olmalı. Gezegenimiz Dünya, bu yönüyle Güneş Sistemi’nde hatta belki de evrende eşsiz bir gezegen olabilir. Evrendeki tüm olasılıkların Dünya’da canlılığın başlaması için mi gerçekleştiği yoksa bu olasılıklar gerçekleştiği için mi canlılığın başladığı soruları cevaplanması zor olsa da kesin bir şey var ki canlılık, evrendeki en olağanüstü yapılardan birisidir.

Leave a Reply