Anaksagoras Kimdir? Nous Öğretisi

Anaksagoras erken dönem Yunan filozoflarının arasında en ünlülerinden birisi olarak kabul edilir. Atina şehrini araştırma ve entelektüel bir aktivite merkezine döndürmesiyle de bilinen Anaksagoras, kendinden önceki filozofların, özellikle de Milet Okulu’na mensup düşünürlerin çalışmaları üzerinden birtakım fikirler geliştirmiştir.

Anaksagoras, Milattan önce yaklaşık 500 yılında doğduğu kabul edilir. Günümüzde Urla’da bulunan Klazomenai antik kentinde, zengin ve soylu bir aileye mensup olarak dünyaya gelmiştir. Anaksagoras doğmadan önce İyonya, Persler tarafından fethedilmişti.

Persler sıkı bir yönetim anlayışına sahip oldukları için M.Ö 498’de Yunanlar o dönemdeki Persli hükümdar Darius’a karşı bir isyan başlattı. İsyan her ne kadar M.Ö 492 yılında bastırılsa da sonradan ünlü Pers Savaşı’nın patlak vermesine yol açtı.

Böyle bir savaş ortamında doğan Anaksagoras, döneme hakim olan askeri ve politik konulardan ziyade daha çok akıl, evrenin işleyişi gibi konularla ilgilenmiştir. Anaksagoras’ın hayatının bu ilk yılları hakkında çok az şey bilinse de gençlik yıllarında bütün servetini bilim yapmak üzere harcadığı söylenir.

Anaksagoras
Görsel : Anaksagoras’ın yaşadığı yer Klazomenai Antik Kenti

Anaksagoras büyük ihtimalle Milet şehrinde yaşamış ya da yaşamakta olan filozofların gerçekleştirmekte olduğu entelektüel aktiviteden haberdardı. Miletli filozoflar, mantık ve akıl yoluyla evrenin doğasını açıklama girişiminde bulunmuşlardı. Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, bugün Yunan felsefesinin başlangıcı olarak kabul edilen Milet Okulu’nu kurmuşlardı.

Doğa üzerine dikkatlerini yoğunlaştıran Miletli filozoflar, her şeyin temeli olan evrenin bir ana maddesinin(arkhe) olması gerektiğine inanıyorlardı. Thales, evrenin ana maddesinin su olduğunu söylerken Anaksimandros, bu maddeyi apeiron olarak nitelemişti. Apeiron’un özelliği, sonsuz ve sınırsız bir yapıda olmasıydı. Anaksimenes ise her şeyin hava maddesinden oluştuğuna inanıyordu.

Her ne kadar Milet Okulu’nun kurucuları arasında sayılmasa da Heraklitos, maddenin temel yapıtaşının ateş olduğunu söylerken Empedokles, tek bir elementin her şeyin kökeni olduğunu kabul etmeyerek doğada 4 temel maddenin olduğunu iddia ediyordu: Ateş, toprak, su ve hava.

Tüm bu evrenin kökenini açıklama girişimlerinin farkında olan Anaksagoras, filozofların ortaya koydukları görüşlerin evrendeki değişim ve hareket olgularını açıklamada başarısız olduğuna kanaat getirmişti. O, her şeyin sonsuz sayıda küçük “tohumlardan” oluştuğu şeklinde bir açıklama ortaya koyacak; evrendeki hareket ve değişime sebep olan olgunun da nous olduğunu söyleyecekti.

Anaksagoras’ın Arkhe Görüşü

Atina’da şehrin politik ve askeri lideri konumunda olan ve aynı zamanda bir sanatçı olan Perikles’in, birçok entelektüeli şehre davet etmişti. Davetliler arasında bulunan Anaksagoras’da Atina şehrine gelmişti. Atina’ya geldiği dönemde birçok alanda eserler veren Anaksagoras, Doğa Üzerine isimli bir kitap yazdı. Bu eseri, kendinden önceki filozofların evrenin temel maddesinin ne olduğuna yönelik araştırmalarını genişletmek amacıyla kaleme aldığını söyleyebiliriz.

Temel elementler hava, su, ateş ve toprak yerine Anaksagoras, evrenin sonsuz sayıda parçacıktan ya da tohumdan (sperm) oluştuğunu ifade ediyordu. Yani Anaksagoras’a göre evrenin ana maddesi sonsuz sayıda tohumdan oluşuyordu. Bu tohumlar daha küçük parçalara bölünebiliyor ya da daha büyük cisimler oluşturmak üzere birleşebiliyordu. Anaksagoras maddenin bölünebilme ya da birleşebilme özelliğinin, evrendeki çok sayıda madde çeşitliliğinden sorumlu olduğunu iddia ediyordu.

Fakat Anaksagoras ile aynı dönemde yaşamış olan bir diğer filozof Parmenides’e göre hiçlikten bir şeyin yaratılması diye bir şey olamazdı. Aynı şekilde var olan bir şeyin de yok olması mümkün değildi. Bu nedenle evrenin temel maddesi olan şey her neyse ezelden beridir var olmalıydı.

Bu bağlamda Parmenides, evrende bir değişimin mümkün olmadığını savunuyordu. Ona göre gerçekliğin doğası statik, değişmezdi. Anaksagoras, Parmenides’in hiçlikten var olmanın mümkün olmadığı argümanını şu sözler ile kabul etmiş gözüküyordu:

Yunanlar, şeylerin var olup ya da yok olduğu fikrini kabul etmede hata yapıyorlar. Çünkü hiçbir şey yokluktan varlık kazanamaz ya da var olan şey yok olamaz.

Ancak Anaksagoras, değişimin olmadığı bir evreni kabul etmiyordu. Çünkü Parmenides’in fikirleri doğru olsaydı o zaman evrende hiçbir değişimin gözlemlenmemesi gerekirdi. Bu nedenle Anaksagoras’ın, varlığın yok olamayacağı ve yokluktan da varlık çıkamayacağı görüşüyle uyum içinde ve aynı zamanda değişim olgusunu da içine alan bir varlık görüşü ortaya atması gerekiyordu.

Empedokles ve Anaksagoras’ın Felsefi Görüşü

Empedokles de Anaksagoras ile aynı dönemde yaşamıştır. Bu noktada Anaksagoras’ın, felsefi düşüncesini geliştirmede Empedokles’in görüşlerinden yararlanmış olabileceğini söylemekte fayda var. Parmenides’e cevap olarak Empedokles, dört temel maddenin evrendeki her şeyin kökü, temeli olduğunu söylemişti. Bu dört madde tözü ne sonradan yaratılmış ne de yok edilebilirdi.

Dört tane olmaları bir yana, onlar aslında Parmenides’in de savunduğu tek bir töze indirgenebilirdi. Örneğin bu maddeler çeşitli oranlarda karışarak elma, at gibi cisimleri oluşturuyordu. Elma bozulduğu zaman ise yok olmuyordu. Daha ziyade duyularımız tarafından elma olarak algılanıp elmayı oluşturan karışım, başka bir şey oluşturmak için tekrar faaliyete geçiyordu. Neticede elma ya da diğer varlıklar Empedokles’e göre ne yok oluyor ne de yokluktan var oluyordu.

Anaksagoras’ın varlık anlayışının bu noktada Empedokles’in görüşlerinden farklı olduğunu söylemek ilk başta zor olabilir. Fakat Empedokles’in Parmenides ve taraftarlarına cevap olarak verdiği bu varlık anlayışı, Anaksagoras’ı tatmin etmemiş olacak ki şöyle bir argüman ortaya atıyor:

Empedokles’in teorisine göre örneğin bir saç telini, artık saç teli olmayacak kadar küçük parçalara bölmek mümkündür. Fakat bu durumda saçı oluşturan parçalar artık yok oluyordu. Yani her şeyin temeli olan toprak, ateş, su ve hava öğeleri bu bölünme durumunda ortadan kalkıyordu. Bu da varlığın yok olamayacağı görüşüyle açık bir şekilde çelişiyordu.

Empedokles’in bu varlık anlayışının yerine Anaksagoras, hem Parmenides’in değişim argümanını içine alacak hem de Empedokles’in teorisinin yerine geçecek bir varlık anlayışı ortaya atması gerekecekti.

Anaksagoras’ın Varlık Öğretisi

Anaksagoras, beslenme amacıyla tüketilen yiyeceklerin hayvanlarda ve insanlarda et, deri, saç gibi maddelere dönüştüğü gözleminden yola çıkarak şu sonuca varmıştı: Her maddede, diğer maddeleri oluşturan tohumlar var olmalıydı. Örneğin pirinç, içinde hem saç maddesini hem de et, deri gibi madde tohumlarını içermeliydi. Dahası bir pirinç, sadece saç ve deriyi oluşturan tohumları değil aynı zamanda evrendeki sonsuz sayıda maddeyi oluşturan sonsuz sayıdaki tohumları da içermeliydi.

Her şeyin içinde her şeyden tohumlar içerdiğinin nasıl mümkün olabileceğini anlamak için Anaksagoras’ın, “maddenin sonsuza kadar bölünebilir olduğu” görüşünü göz önünde bulundurmakta fayda var. Anaksagoras’a göre bir pirinç tanesi, gittikçe daha küçük parçalara bölündüğü takdirde pirinç diye bir maddenin artık var olmayacağı bir nokta olacaktı. Sonsuz küçüklükteki her parça ise daha da küçük tohumlara bölünecek ve her parça, pirinç tohumu içermesinin yanı sıra et, deri gibi diğer bütün tohumları da içerecekti.

Anaksagoras’ın bu dahice fikri, ortaya çıkış amacını da gerçekleştirmişti. Parmenides’in “hiçbir şey var olamaz ve var olan şey yok olamaz” görüşünü de kapsayacak şekilde bir varlık anlayışı geliştirmişti. Ancak ortada başka bir büyük soru daha mevcuttu.

Bir Şey Nasıl Oluyorda O “Şey” Oluyor?

Eğer Anaksagoras’a göre her şey her şeyden bir tohum, bir parça içeriyorsa, örneğin pirinci nasıl oluyor da pirinç olarak algılıyoruz? Anaksagoras bu soruya şöyle cevap veriyor: “Her madde, en fazla içerdiği parçacıklardan olagelir.” Bu cevaptan maddeyi oluşturan farklı tohumların sayı olarak aynı olmadığı, sayıca üstün olan parçacıkların o maddeyi oluşturarak bize de o şekilde görüldüğü anlaşılabilir.

Örneğimizdeki pirinç, evrendeki bütün madde tohumlarını içermesinin yanında, beyaz ve katılık niteliğini veren tohumları diğer bütün tohumlara göre daha fazla içerdiği için biz onu pirinç şeklinde algılarız. Yani pirincin içinde, onu pirinç yapan parçacıkların sayısı daha fazladır.

Anaksagoras’ın Nous Kavramı

Anaksagoras’ın evrenin kökenine ilişkin geliştirdiği teori, İyonya’lı filozofların öğretilerine birkaç bakımdan benzerdir. Yaygın olarak kabul edilen görüşe göre her şeyin başlangıcında bir birlik vardı. Bu birlik, zıtlıkların(karşıtlıkların) girdiği çatışmalar ile ayrılmaya başlamıştı. Anaksagoras da bu teoriyi bir çok bakımdan desteklemeye devam etmişti. Ancak bunlardan ayrı olarak, evrendeki her şeyin ilk hareket ettiricisi olarak tanıttığı bir etkeni, nous kavramını ortaya atmıştı.

Şu anda gördüğümüz evrenin başlangıcında her şey, ayırt edilemeyecek şekilde birbiriyle iç içe geçmiş, bir arada duruyorlardı. Bu bütünsellik hali, her şeyin temel yapı taşı olan tohumları içermekteydi. Bu durumu Anaksagoras şöyle açıklıyor:

Evrendeki şeyler birbirinden ayrılmadan önce her şey bir aradaydı. Islak-kuru, parlak-karanlık, sıcak-soğuk hepsi birbirine geçtiği için hiçbir renk birbirinden ayırt edilemiyordu. Durum böyleyken bütün şeylerin bir bütün olarak bir arada bulunduğunu söylemek doğru olur.

Bir noktada bu bütünlük, girdap şeklinde bir harekete kapıldı. Bu harekete sebep olan ise nous idi. Nous, evrenin başlangıcındaki karışımın birbirinden ayrılmasını sağladı.

Böylece nous aracılığıyla bu bütün halindeki karışım, dönüş hareketine kapılmıştı. Bu hareket ise karışımın daha küçük tohumlara ayrılmasına sebep olmuştu. Anaksagoras, bugün gördüğümüz dünyanın, bu tohumların birbirinden ayrılması ve üzerlerinde etkili olan dönüş hareketi nedeniyle olduğuna inanıyordu.

Kısaca söylemek gerekirse evrenin oluşumu iki evrede gerçekleşmişti: Birinci evre dönüş evresi, tohumları ayıran ve sonra tekrar birleştiren evreydi. Bu evrede bütün karanlık parçacıklar, geceyi oluşturmak için, sıvı tohumlar ise okyanusları meydana getirmek için bir araya gelmişti.

Bu dönüş hareketindeki sürtünme ise ısı oluşumuna sebep olmuştu. Yıldızları ve Güneş’i ateşli bir yapıya dönüştüren de bu ısıydı. Bütün canlıların oluşması da ikinci evrede, benzer tohumların birbirini çekmesi üzerine gerçekleşti.

Anaksagoras, nousun sebep olduğu dönüş hareketinin tam anlamıyla mükemmel olmadığını söylüyordu. Böylece bir madde, oluşumu esnasında diğer bütün madde tohumlarını da içerecek bir yapıya bürünmüştü. Bir maddeyi, kendine has madde yapan şey ise o madde tohumlarından daha fazla içermesiydi. Anaksagoras’ın nous kavramının Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi sonraki dönem filozoflarının varlık anlayışlarında da büyük bir etkiye sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Anaksagoras’ın Doğa Anlayışı

Bir doğa filozofu olarak Anaksagoras, astronomi ve meteoroloji alanlarıyla da ilgiliydi ve bu alanlara önemli katkılar yapmıştı. Dünya, Ay ve Güneş hakkındaki görüşleri, M.S 2.yüzyılda yaşamış rahip olan Romalı Hipolit tarafından şöyle aktarılıyor:

Anaksagoras’a göre Dünya’nın şekli düzdür. Havanın varlığı nedeniyle Dünya, ağırlığı sayesinde havada duruyor. Güneş, Ay ve diğer bütün gök cisimleri, eterin dönüşüyle kopan sıcak, kırmızı kaya toplarıdır. Gök cisimlerinin altında Güneş ve Ay ile birlikte dönen ve görünmez olan bazı gök cisimleri vardır. Ay Güneş’in altında, bize daha yakındır. Güneş ise Peleponnesus’dan (Mora Yarımadası) daha büyüktür. Ay kendi ışığı ile parlamaz. Aksine ışığını Güneş’ten alır. Ay tutulması ise Dünya’nın Ay ışığını kesmesiyle meydana gelir. Güneş tutulmaları Yeni Ay evresinde, Ay Güneş’in ışığını kestiği zaman gerçekleşir. Anaksagoras, tutulmaların oluştuğu koşulları ve ışığın Ay tarafından yansıtıldığı mekanizmayı tanımlayan ilk kişidir. Ay’ın Dünya ile aynı maddeden yapıldığını ve bu nedenle üzerinde canlılık olabileceğini söyledi. Samanyolu ise Güneş tarafından aydınlatılmayan yıldızların ışığından oluşuyordu.

Anaksagoras’ın milattan önce 467 yılında ise bir meteorun Dünya’ya düşüşünü gözlemlemesi sonucu, meteorların da Dünya’yı oluşturan kayalardan oluştuğunu söylediği rivayet edilir.

Cisimleri Algılama Görüşü

Astronomi alanına katkısının yanında Anaksagoras, farklılık prensibine dayanan bir algılama teorisi geliştirmiştir. Örneğin soğuk bir el sıcak bir cisme dokunduğu zaman, dokunan kişi sadece sıcaklığı hissedecektir. Bu örnekten, algılamanın gerçekleşmesi için, zıt şeylerin birbiriyle etkileşime geçmesi gerektiği sonucu çıkıyordu(sıcak ile soğuk ya da ışık ile karanlık gibi). Eğer benzer şeyler etkileşime girerse hiçbir algılama gerçekleşmez. Örneğin sıcak bir el aynı orandaki sıcak bir cisme dokunduğu zaman cismin o sıcaklığını hissedemez.

Diğer algılarımız da dokunma algımızla aynı şekilde çalışır. İnsanlar gündüz vakti daha iyi görürler çünkü göz bebeklerimiz genelde karanlıktır. Sonuç olarak algılama, zıtlıkların karşılaşmasıyla meydana gelir.

Anaksagoras Suçlanıyor

Anaksagoras’ın evrene ilişkin görüşleri bazı Atinalılar’ı kızdırmıştı. Çünkü bu görüşleri, o zamanlar evrene ilişkin hakim olan genel inanışa aykırı bir vaziyetteydi. Ayrıca Perikles ile olan arkadaşlığı da Anaksagoras’ın başını belaya sokmuş olabilirdi. Çünkü Perikles, Atina’da bazı düşmanlara sahipti ve bu düşmanları da Perikles’in arkadaşlarını hedef alıyordu.

M.Ö 450’li yıllarda Anaksagoras, dinsizlikle suçlandı ve ölüme mahkum edildi. Mahkumiyetin sebebi ise Anaksagoras’ın Güneş’in sadece sıcak bir kaya kütlesi olduğunu ifade etmesiydi. Güneş’in Yunan mitolojisinde bir tanrı olarak görüldüğü göz önünde bulundurulursa, bu ifadenin bir dinsizlik olarak algılandığı çok açık bir şekilde anlaşılabilir.

Perikles, şehirdeki nüfuzunu kullanarak Anaksagoras’ın idam cezasının sürgüne dönüştürülmesini sağladı. Böylece Anaksagoras, Atina’yı terk ederek Lampsacus(bugünkü Lapseki ilçesi) şehrine sürgün edildi. Orada M.Ö 429 yılındaki ölümüne kadar çalışmalarına devam etmiştir.

Kaynaklar:

1- Internet Encyclopedia of Philosophy, “Anaxagoras (c.500 – 428 B.C.E)

2- Encyclopedia, “Anaxagoras

Leave a Reply