Felsefe tarihinin en etkili filozoflarından biri olarak kabul edilen Platon, aynı ölçüde felsefe tarihine damgasını vurmuş Platon’un Mağara Alegorisi ya da Mağara Benzetmesi olarak bilinen mağara alegorisi ile geliştirdiği felsefi sisteminin adeta bir özetini ortaya koymuştur.
Platon’un mağara alegorisi, toplumun birçok kesimi tarafından rahatça anlaşılabilen bir örnek olmasıyla öne çıkar. Öyle ki bütün zamanların toplumuna, insan yaşayışlarına bir misal teşkil edecek şekilde düşünülüp ortaya konmuştur. Öncelikle Platon’un Mağara Alegorisi dediğimizde alegoriden tam olarak neyi anlamamız gerektiğine bir bakalım.
Alegori (Benzetme) Ne Demektir?
Alegori kelimesi, Latince “allegoria” sözcüğünden gelir. Bir şeyler anlatmak, bir şeyi kast etmek anlamlarına gelmektedir. Bir alegori, içinde farklı karakterlerin gerçek hayattaki örneklerini temsil edebileceği basit bir hikayeden yola çıkarak toplum ya da insan doğası hakkında önemli bir konuyu, problemi temsil etmektedir.
Alegorilerin, başka bir şeyle kıyaslama yaparak bir fikri ortaya sermek açısından metaforlarla benzerlik gösterdiğini ifade edebiliriz. Ancak alegoriler, karakterlerle ilgili olan kapsamlı hikayeler iken metaforlar kısa anlatımlardan oluşur.
Platon’un Mağara Alegorisi Ne Anlatıyor?
Platon, hepimizin bildiği üzere ünlü filozof Sokrates’in öğrencisiydi. Aynı zamanda Sokrates’in öğretilerinin çoğunu kendi yazdığı kitaplarda bize aktaran birkaç filozoftan birisidir. Bu kitaplardan birisi de “Devlet” adlı eseridir. Bu eser, Sokrates ve Platon’un kardeşi Glaukon arasındaki bir diyaloğu, Mağara Alegorisi’ni içeren böyle bir kitaptır aynı zamanda.
Platon (diyalogda Sokrates) tarafından ortaya konduğu şekliyle mağara alegorisi, bir yeraltı mağarasında boyunlarından ve bileklerinden zincirlenmiş olarak yaşayan bir grup esir insanı konu alır. Esirlerin yüzü mağara duvarına dönük olduğundan sadece mağara duvarını görebilmektedir. Esirlerin arkasında ise yanan bir ateş bulunmaktadır.
Esirler ile ateş arasında ise biraz alçakta bulunan başka bir duvar bulunmakta; bu duvarın arkasında ise insanların ve diğer canlıların kuklalarını, başka cisimlerin maketlerini elinde tutan insanlar vardır.
Esirlerin yüzü mağara duvarına dönük olduğu için arkalarında ne olup bittiğini göremezken, duvarın arkasında bulunan insanların vücutlarını da görememektedir. Ancak bu insanların ellerinde bulunan kukla ve maketlerin gölgeleri, mağara duvarına yansıdığı için esirler sadece duvardaki gölgeleri görebilmektedir.
Ellerinde kuklaları tutan insanların seslerini duyan esirler, bu seslerin gölgelere ait olduğunu düşünmektedir. Bu gölgeler aslında esirlerin bir gerçekliğidir.
Çünkü ömürleri boyunca mağarada zincire vurulmuş olarak yaşayan bu esirler, daha önce dışarı çıkıp da gerçek hayatı hiç deneyimlememiştir. Böylelikle de duvardaki gölgeleri meydana getirenin aslında arkada yanan ateş olduğunun farkında değillerdir.
Mağaradan Ayrılış
Daha sonrasında Sokrates, esir olanlardan birisinin özgürlüğüne kavuşup mağaranın dışına çıkmaya cesaret ettiğini söyler. Bu kişi, etrafına baktığı zaman ilk gördüğü şey ateştir. Daha öncesinde karanlığa gömülü olarak yaşadığından ateş gözlerini kamaştırır ve ona bir an için acı verir.
Sonrasında yavaş yavaş, duvarın arkasında sürekli gidip gelen kuklaları ve maketleri görmeye başlar. Tam bu esnada gördüğü şeyin, esaret halindeyken duvarda gördüğü şeylerden daha gerçek olduğu söylense buna inanmazdı. İşte bu inançsızlıktan ve ateşin gözlerini kamaştırmasından dolayı hemen geri döner ve hayatı boyunca görmeye alışık olduğu gölgelerin yanına gider.
Sokrates bu noktada birisinin zorla onu dışarıya doğru, önce duvarın olduğu yere sonra da mağaranın dışına, günışığına doğru götürmeye zorladığını hayal etmemizi ister. Mağaranın dışına çıkan esirin gözleri Güneş ışığıyla nedeniyle neredeyse kör edercesine kamaşır.
Ancak daha sonra esirin gözleri yavaş yavaş günışığına alışır. İlk olarak gördüğü şey, sadece cisimlerin gölgeleridir. Ardından insanların ve cisimlerin sudaki yansımalarını; sonrasında da kendilerini görmeye başlar. En sonunda ise Güneş’e doğru bakabilmektedir.
Mağaraya Geri Dönüş
Sokrates analojiye devam eder. Serbest kalan esir, mağaranın dışında kalan dünyanın içerideki dünyadan daha gerçek olduğunu düşünür ve bu fikrini, mağarada kalan diğer mahkumlarla paylaşmak ister.
Esir, tıpkı ilk dışarı çıkıp günışığına maruz kaldığında gözlerinin neredeyse kör olması gibi mağaraya yani karanlığa geri döndüğünde hiçbir şey göremez.
Esirin bu durumunu gören diğerleri ise onun dışarı yaptığı bu yolculuğun ona zarar verdiğini ve böylece aynı gezintiyi kendilerinin yapmaması gerektiğini düşünürler. Sokrates, onları mağaranın dışına çıkarmaya çalışanları da öldürmeyi göze alacaklarını söyleyerek analojiyi bitirir.
Mağara Benzetmesi ile İdealar Dünyası Arasındaki İlişki
Diyalogda Sokrates’in ağzından Mağara Alegorisi’ni dillendiren Platon, yaşadığı dönemde insanların çoğunun içinde bulunduğu durumu anlatmaya çalışmıştır.
Esirlerin içinde bulunduğu mağara, toplumun içinde yaşadığı kültürü, zincirler ise kültürel normları, mağara duvarındaki gölgeler toplumun gerçek olarak kabul ettiği şeyleri, mağaradan kurtulup dışarı çıkmaya cesaret eden kişi de filozofu temsil etmektedir.
Ayrıca Mağara Alegorisi’ne bakarak Platon’un ünlü İdealar Dünyası kuramını da bu bağlamda daha iyi biçimde anlayabiliriz.
Platon, varlık dünyasını en temelde ikiye ayırıyordu: İdealar Dünyası ve Duyusal Dünya. Bu dünyalar da kendi içinde ikiye ayrılmaktaydı. İdealar Dünyası, matematiksel nesneler ve idealar olarak iki ayrı alanda incelenirken, duyusal dünya da ikiye ayrılıyordu: Canlı ve cansız nesnelerin oluşturduğu somut cisimler ile hayal, yansıma, sanrı, rüya gibi algıların teşkil ettiği reel olmayan varlık alanı.
Platon’un mağara alegorisine baktığımız zaman bu ayrımın somutlaşmış halini görebiliriz. Zincire vurulmuş halde bulunan esirlerin mağara duvarında gördüğü kukla ve yapay nesnelerin gölgeleri, duyusal dünyanın reel olmayan varlıklarına denk gelmektedir.
Biraz ilerideki yüksek duvarın ardında bulunan bu yapay nesneler ise, duyusal dünyanın somut cisimlerine karşılık gelir.
Dışarı çıkmaya cesaret eden esirin günışığında gerçek nesnelerin sudaki yansımalarını gördüğü şeyler ise, idealar dünyasının matematiksel nesnelerine denk düşer. Bu yansımaları meydana getiren gerçek nesneler ise ideaların kendisidir.
Nihayet Güneş’e doğru bakan esir, İdealar dünyasındaki “İyi ideasına” bakmaktadır artık. Çünkü iyi ideası, yaydığı ışığıyla bütün varlığı görmemizi, anlamamızı sağlayan biricik ilkedir Platon’a göre. Nasıl ki Güneş sayesinde dış dünyadaki varlıkları görebiliyorsak İyi ideası sayesinde de var olan her şeyi görebiliyor, anlamlandırabiliyoruz.